Evrim nedir, ne değildir?

Evrim nedir?

Evrim, en kısa tanımıyla; popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimidir. Bu tanımdaki her bir basamak, evrim için olmazsa olmazdır.
  • Popülasyon: Evrimsel süreçte değişen bireyler değil, popülasyonlardır. Yani tekil bireyler (örneğin bu yazıyı okuyan siz veya tekil olarak köpeğiniz) asla evrimleşmemiştir, asla da evrimleşmeyecektir. Bireyler, evrimleşmezler; gelişirler (bunu inceleyen bilim dalı, gelişim biyolojisidir). Ancak bir türün tüm bireylerinin oluşturduğu popülasyonlar, her bir nesilde, bir önceki nesle göre daha farklı özellik dağılımlarına sahip olacaktır. İşte bu, evrimdir ve evrimsel biyoloji isimli bilim dalı tarafından incelenir. Popülasyonların değişimi, "gelişim" değildir.
  • Gen ve özellik dağılımları: Evrimde olan, bir türün bir başka türe dönüşümü olmak zorunda değildir. Evrimde değişen, popülasyonların genlerin veya özelliklerinin dağılımıdır. Örneğin uzun boyluluğa dair genlerin popülasyon içinde görülme sıklığı bir nesilden diğerine geçtiğinizde %5'ten %7'ye çıkmışsa, o popülasyon evrimleşmiş demektir. Türleşme evrimin kaçınılmaz bir sonucudur; ancak evrimden söz etmek için türleşme şart değildir!
  • Nesiller içindeki değişim: Evrimsel değişimden söz etmek için mutlaka en az 1 nesil geçmesi gerekir. Bir bireyin kendi ömrü (nesli) içerisinde geçirdiği hiçbir değişim evrimsel değildir. Ömrümüz içinde geçirdiğimiz değişimlere "gelişim" denir. Evrimsel biyoloji ile gelişimsel biyoloji iki farklı biyoloji sahasıdır.
Mikroevrim ve Makroevrim
Evrimsel biyolojide değişim 2 temel seviyede incelenir: mikroevrim ve makroevrim. Bunların ne anlama geldiği, isimlerinden kolaylıkla anlaşılabilir: mikroevrim, dışarıdan kolay kolay görülemeyen; ancak detaylı incelemelerle varlığı anlaşılabilen evrimsel değişimlere verilen isimdir. Tıpkı bakteriler gibi canlıları normalde göremememiz; ancak mikroskop kullanarak bunları görebilmemiz gibi... Mikroevrim, genellikle bir türün kendi içerisinde meydana gelen değişimlere verilen isimdir. Çoğu zaman bu değişimler genler ve proteinler bazında olur (ki bu nedenle "mikro" denir); ancak mikroevrim, bu kimyasal değişimlerin fiziksel görünüm (fenotip) üzerindeki etkilerini de kapsayabilir.

Dışarıdan baktığımızda sarışın veya kahverengi saçlara sahip olmasıyla ilgisi olmaksızın insanın "insan" olduğunu biliriz. Fakat "insan" dediğimiz bu canlı, gözlerimizin önünde evrimleşiyor olsa da, bu evrimsel değişim dikkatli bakılmazsa görülemez. Tıpkı bakteriler gibi... Bu nedenle buna mikroevrim denir.

Öte yandan bu değişim anlamsız değildir. Popülasyon içerisindeki çeşitlilik, ortama uyum sağlama ve üreme başarısına bağlı olarak çeşitli yönlere doğru değişir. Bazı özellikler avantaj sağladığı için seçilirken, bazı diğerleri dezavantajlı olduğu için popülasyondan elenir. Avantajlılar üreyerek bir sonraki nesli oluştururlar ve kendi genlerini bu popülasyona daha çok aktaracakları için kendilerindeki özelliklerin o canlı türünde görülme sıklığı artar. Bu durumda o özellikler, canlıya avantaj sağlıyor ve bu nedenle doğa tarafından seçiliyor deriz. Ancak bir canlının milyonlarca özelliği olduğunu unutmayınız!

İşte adeta türü bir o yanından bir bu yanından tutarak çekiştiren bu "seçilim baskısı"; türün bazı bölgelerdeki bazı popülasyonlarının belli özelliklerinin daha fazla ortaya çıkmasını sağlar. Diğer bölgelerde ise tamamen farklı özelliklerin ön plana çıkmasını, diğerlerinin elenmesini sağlar. Bu durum, birkaç yüz bin yıl önce aynı türe ait olup, birbirine çok benzer gözüken canlıların, birkaç yüz bin yıl sonra tamamen farklı görünmesiyle sonuçlanır. İşte bu gen (veya özellik) görülme sıklıklarındaki (frekanslarındaki) değişimin nihayetinde bariz ve gözle görülür farklar oluşturmasına makroevrim adını veriyoruz.

Mikroevrimin makroevrimi doğurması, bilimde sıklıkla karşımıza çıkan sürerlilik ilkesi (üniformateryanizm) nedeniyledir. Örneğin bir kabın içerine gıdım gıdım damlayan su, nihayetinde kabı doldurup taşırmak zorundadır. Dahası, bir kabın içerisine su şu anda da damlamaya başlasa, bundan 1 milyar yıl önce de damlamaya başlasa, aynı sonuca ulaşmamız beklenir: kap yavaş yavaş dolacak ve sonuna geldiğinde taşacaktır. Yani zamanın ve mekanın bu açıdan bir önemi yoktur: kendini tekrar eden süreçler, bugün nasıl işliyorlarsa, bundan milyarlarca yıl öncesinde bile aynı şekilde işlemektedir. Örneğin şu anda kütleçekimi bütün cisimleri gezegenin merkezine doğru çeker. Bundan 116 milyon yıl önce kütleçekiminin her şeyi gezegenden dışarı doğru ittiğini düşünmemize neden olabilecek hiçbir sebep yoktur. Süreç ve yasalar süreğendir. Aynı durum, evrim için de geçerlidir. Eğer bugün cisimler belli yönlere doğru yavaş yavaş değişiyorlarsa; bundan 100.000 yıl ya da 3 milyar yıl önce de benzer şekilde değişiyor olmalıdırlar. Aksini düşünmemizi gerektirecek hiçbir neden yoktur. Tam tersine, gerçekten de öngördüğümüz değişimleri doğrulayan sayısız fosil bulunmaktadır. Bazı örneklere yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim.

İşte bu noktada, mikroevrim ile makroevrim arasındaki ilişki de netleşir: eğer ki mikroevrim varsa; makroevrim de olmak zorundadır (eğer türün soyu tükenmezse). Mikroevrim, damla damla birikerek, makroevrimi doğurur. Bunu, elimize aldığımız her canlıda ve evrim tarihinde görmemiz mümkündür.

İnsanın evrimi
Yaşam ağacımızda, geriye doğru gittiğimizde, “insan” olarak bizlerin de diğer bütün canlılar gibi birçok önemli ayrım noktasından geçtiğimizi görürüz. Bu ayrım noktasında evrim, bizler ile günümüzde “maymun” olarak bildiğimiz canlıları, ortak atadan ayırmıştır. Bu evrimsel ayrımın sebepleri sayısızdır ve bu yazımızın konusu değildir. Ancak temel olarak, coğrafi koşullar, ortak atamızın farklı farklı bölgelerde yaşaması, iklim koşulları gibi çevresel faktörleri sayabileceğimiz gibi, sayısız eşeyli üreme sonucu oluşan farklı değişimler de görülebilir. Elbette insanların günümüzde “evrim” kelimesinden anladıkları, bir canlının pat diye başka bir canlıya “dönüşümü” olduğu için, bu ayrımı anlayamamaktadırlar. Fakat bu ayrım, son derece yavaş bir şekilde gerçekleşir ve yüzlerce, binlerce nesil alır.

Elimizdeki sayısız bulgu, insanlar ile günümüzde yaşayan şempanzelerin, bu ikilinin ortak atasından yaklaşık 6 milyon yıl kadar önce ayrıldığını düşündürmektedir. Bütün maymunların ortak atasına oldukça yakın bir tür olan Darwinius masillae, 46 milyon yıl önce yaşamıştır. Yani bildiğimiz bütün maymunlar -ve dolayısıyla insan- 46 milyon yıl kadar önce, bu türe çok yakın akraba olan, henüz tam olarak tespit edilemeyen ama neye benzediği D. masillae sayesinde neredeyse tam olarak bilinen bir türden evrimleşmeye başlamıştır.


Ancak o tarihten, günümüze kadar gelirken, 6 milyon yıl öncesine kadar tek bir insana dahi rastlanmaz. Önce onlarca farklı tür, cins ve aile bu türden ve torunlarından milyonlarca yıl süresince, kademeli olarak ayrılırlar. Daha sonradan bu maymunların bir grubundan, günümüzden 6 milyon yıl önce, sonunda insanlara kadar gelecek kol olan hominidler ayrılır ve evrimleşmeye başlar. Dolayısıyla bundan 6 milyon yıl önceden daha eski insanlara rastlamamaktayız. 6 milyon yıl öncesinden daha eski tarihlerde, maymunsu (ve insanı özellikleri de taşıyan) birçok tür görmek mümkündür. Bizim bu notumuzun konusu ise, 6 milyon yıl öncesinden daha eskisi değil, 6 milyon yıl önce başlayıp günümüzde hala devam eden insanın evrimi konusudur. Tüm türlerin evrimi, soyu tükenene kadar devam etmektedir.


Üstte gördüğünüz fotoğraf maymunların akrabalık ilişkilerini anlatmaktadır.


Üstte gördüğünüz fotoğraf, soy ağacımızın şempanzelerden ayrılmasının ardından geçen 6 milyon yıllık sürede insanın evrimi ele almaktadır.

Homo Türleri

Geldiğimiz yola geri dönüp kısaca bakacak olursak, şempanzelerle olan ortak atamızdan 6 milyon yıl kadar önce ayrıldıktan sonra, insansılara giden kolun dallanarak ve yepyeni türleri ortaya çıkararak günümüze doğru yaklaştığını görüyoruz. Ortak atadan sonraki ilk türlerin Ardipithecus cinsine ait olduğunu, sonradan bu kol içerisinden bir soy hattının Australopithecus türlerine evrimleştiğini görüyoruz. Bu noktadan sonra, birçok dallanma ve türleşme sonunda, bir kolun Paranthropus türlerini evrimleştirdiğini; ancak bu soy hattının günümüze ulaşamadığını görüyoruz. Diğer soy hatlarından biri ise, birkaç ara türden geçtikten sonra Homo cinsinin evrimleşmesine neden olmaktadır. Hatta bundan çok daha fazla kolun türleşerek bu soy hattından ayrıldığını düşünmemize neden olabilecek fosil kalıntıları var, bunlardan en meşhuru da Kenyanthropus platyops. Dolayısıyla, muhtemelen Homo cinsinin evrimine kadar olan türler, daha birçok türe dallanarak evrimleştiler ve yok oldular; ancak bunlarla ilgili henüz çok detaylı bilgimiz bulunmuyor.

Buna rağmen, şu anda olduğumuz 2 milyon yıl öncesi çizgisine kadar olan türlere baktığımızda, ortak atadan Homo türlerine geçişteki kritik birçok noktayı temsil eden ara türlerin bulunduğunu görüyoruz. Tam da evrimsel biyolojinin öngördüğü gibi, maymunsu özelliklerin giderek yitirilip farklılaşması ile, "insan" dediğimiz türlerin özelliklerinin giderek vurgulandığı ara geçiş türlerini, hem coğrafi olarak, hem morfolojik olarak, hem anatomik olarak tam isabetli bir biçimde bulabiliyoruz. Fosil kayıtları elbette ki eksik ve belki de her zaman eksik kalacak. Bunun sebebinin fosilleşmenin zorlukları.

Şimdi, türümüze en yakın olan ve tıpkı bizler gibi "insan" diyebileceğimiz; ancak bizden farklı olan türlere ve bunların evrimine bakalım. Dediğimiz gibi şu anda, yaklaşık olarak 2 milyon yıl öncesindeyiz ve hala bizler (Homo sapiens) ortada yokuz.

Belli başlı Homo türlerini ele aldım. Yoksa aşırı uzun bir yazı olacaktı.

Homo gautengensis​

Homo türleri arasında karşımıza ilk çıkan insan türü, Homo gautengensis türüdür. 2010 senesinde Darren Curnoe tarafından Güney Afrika'da keşfedilmiştir. Ayrı bir tür olarak değerlendirilmesinin nedeni, Australopithecus türlerine ait birçok özelliği barındırıyor olmasına rağmen, daha önce gördüğümüz hiçbir türde olmadığı kadar, kendisinden sonra gelecek olan Homo habilis ve Homo ergaster türlerinin özelliklerini barındırıyor olmasıdır. Yapılan analizler türün 1.9 milyon yıl kadar önce yaşadığını göstermektedir. Türe ait 5 farklı bireyden fosil örnekleri bulunmuştur ve bu türün günümüzden 600.000 yıl öncesine kadar yaşamış olabileceğine dair veriler bulunmaktadır.

H. gautengensis türü halen bitkilerle beslenebilecek kadar güçlü bir çeneye sahiptir, küçük beyinlidir ancak et tüketimi de bulunmaktadır. Et tüketimi, asla H. habilis veya H. ergaster kadar kapsamlı değildir; ancak atalarına göre eti daha fazla tüketmeye başladığı düşünülmektedir. İlginç bir şekilde, ateşi kontrol altına alan ilk tür olması ihtimali bulunmaktadır; çünkü fosillerinin yanında kemikleri yanmış hayvan fosilleri bulunmuştur. Yaklaşık 91 santimetre uzunluğunda olan tür, 50 kilogram civarında bir ağırlığa sahiptir. Türün zamanının büyük kısmını ağaç tepelerinde avlanarak, uyuyarak ve avcılarından kaçarak geçirdiği düşünülmektedir.


Homo habilis​

Homo gautengensis türünden sonra karşımıza, hakkında en fazla bilgiye sahip olduğumuz ve artık Homo türlerinin yükselişini ilan eden ikonik geçiş türü Homo habilis, yani “handy man” (“elini kullanan adam”, “kullanışlı adam”) gelmektedir. Bu türün elini kullandığına dair veriler ve yaptığı/kullandığı aletler bulunmuştur. Özellikleri ise şöyle:

H. habilis, 2.33 ile 1.4 milyon yıl kadar önce yaşamıştır. Önce burada biraz durmakta fayda var. Fark edebileceğiniz gibi, zaman aralıkları oldukça birbirinin içerisine girmiş vaziyette. Bu, türleşmenin ne kadar yavaş olduğunu ve kimi zaman, atasal tür ile farklılaşan türün aynı zamanlarda ancak muhtemelen birbirlerinden izole bir şekilde yaşadıklarını gösteriyor. Öyle ki, ata türlerle torun türlerin bir arada bulunduğu yerler bile bulmak mümkün. Bu, evrimin net bir şekilde gözlenmesi için bize harika bir fırsat sunuyor. Unutmamak gerekir ki evrim dahilinde her şey adım adım ilerler. Her şey birbirinin içerisindedir ancak birbirinden ayırt edilebilir. Bir tür, diğerine adım adım evrilirken, türün bütün örnekleri aynı anda evrimleşmez. Burada gördüğümüz durum da, H. habilis türünün atalarıyla aynı coğrafyada, bir arada yaşamış olduğunu gösteriyor.

H. habilis, Australopithecus'lara pek çok yönden benzemekteydi ve insan türleri arasında, H. gautengensis'ten sonra insana en az benzeyen türdü. Öyle ki, 1960'lı yıllarda Homo türlerine ait olduğu bile reddediliyordu; ancak sonradan bu itirazların geçersiz olduğu anlaşıldı. Homo habilis'in boyu oldukça kısaydı, yüzü halen ilkeldi (primitif) fakat ilk bakışta bile bir Australopithecus africanus olmadığı anlaşılabilecek kadar atalarından farklıydı. Arka dişler daha küçüktü fakat halen modern insanlardan daha büyüktü. Beyin hacmi 650 cc’ye çıkmıştı! Muazzam! Hatta 800 cc’ye kadar çıkan kafatası örnekleri bulundu (500 cc – 800 cc arasında değişen örnekler bulundu). 500 cc civarında olanlar atası olan Australopithecus’lara yakındı, 800 cc olanlar ise, torunları olacak olan Homo erectus’lara yakındı. Dolayısıyla beyin bakımından evrimi tek bir tür içerisinde bile görmemiz mümkün olabilmektedir. Unutmayınız ki evrim, asla bireylerin kendisinde gerçekleşen bir süreç değildir; hiçbir Homo habilis bireyi ömrü içerisinde farklı bir türe evrimleşmemiştir. Ancak tür bazında baktığımızda, aynı türün farklı nesillerinin giderek türün eski özelliklerinden farklı yapılar evrimleştirdiği görülebilir, bu çok normaldir.

Homo habilis, 127 santimetre boyunda, 45 kilogram civarındadır ve dişileri çok daha ufaktır. Türe ait Olduvai Gorge (Tanzanya) ve Koobi Fora (Kenya) bölgelerinde çok sayıda fosil kalıntısı keşfedilmiştir. Bulgular arasında kafatasları, üst ve alt uzuvlara ait kemikler, alt çene kalıntıları, dişler, üst çene ve daha nice kemik bulunmuştur. Bunların bazı fotoğrafları şu şekilde:



Homo erectus​

Şimdi sırada, çok meşhur ve hakkında buraya kadar anlattıklarımıza nispeten daha fazla bilgi bulunan tür var: Homo erectus

Homo erectus
, 1.9 milyon yıl ile 100.000 yıl öncesine kadar varlığını sürdürmüş, çok başarılı bir insan türüdür. Bir düşünün; bundan sadece 100.000 yıl kadar önce, Homo sapiens henüz yeni yeni yükselirken, bir diğer insan türü ve doğrudan atası olan Homo erectus ile birlikte yaşamış olma ihtimali bulunuyor! Henüz Homo erectus'un tam olarak yok olduğu tarih kesinleşmiş değil; ancak günümüzden 143.000 yıl öncesine ait olan ve Homo. erectus kalıntıları olduğu düşünülen fosiller bulunuyor.

Homo erectusH. habilis gibi, çıkıntılı bir çeneye ve büyük azı dişlerine, kalın kaş çıkıntılarına, uzun bir alt kemiğe ve 750 ila 1225 cc arası değişen bir beyin hacmine sahipti. İlk zamanlara ait H. erectus beyinleri 900 cc civarındaydı ve sonradan bulunanlar ise ortalama olarak 1100 cc civarında bir beyin hacmine sahiptiler. Yine, beyin büyüklüğünün tür içerisinde evrimleştiği net bir şekilde görülmektedir. İskeleti, modern bir insanınkine benzer şekilde oldukça sağlamdı ve bu da, çok daha güçlü olduğu anlamına geliyordu. Vücut oranları farklı farklıydı. “Turkana Çocuğu” ismi verilen Homo erectus, modern insanlara benzetilebilecek şekilde uzun ve inceydi. “Pekin Adamı” olarak isimlendirilen diğer bir Homo erectus ise daha kısa ve çelimsiz bir yapıdaydı. Turkana Çocuğu adı verilen H. erectus üzerinde yapılan çalışmalar, bu türün günümüz modern insanlarından "daha iyi" bir yürüme yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor. Bunun sebebi, gelişkin vücut şekline oranla, vücudunun ve beyninin hafif olması. Elbette “yürümenin iyiliği”nden kasıt, daha çevik ve kolay oluşu... Ayrıca bizim yürüyüşümüzün daha “zor” ve “kötü” olma sebebi, iskeletimizin ağır kaslarımızı ve büyük beynimizi taşımak zorunda olması. Bu da bize, bizim evrimleşmemiz sonucu oluşacak türlerin yürümekte çok daha başarılı olabileceği konusunda bir fikir veriyor!

Ayrıca tekrar vurgulamak gerekirse, H. habilis ve tüm Australopithacus’lar sadece Afrika’da bulunmuşken, H. erectus‘un Afrika, Asya ve Avrupa’da da bulunmuş olması, Afrika'dan dışarıya doğru ilk göçlerin başladığını ve epey bir yol kat edildiğini göstermektedir! Bu da, H. erectus'un çok daha rahat yürüyebildiğini ve yayılabildiğini göstermektedir! Zaten anatomisinde yapılan incelemeler, dik bir şekilde rahat yürüyebilmesi sebebiyle "dik adam" anlamında Homo erectus adını türe kazandırmıştır. Daha da ilginci, H. erectus‘un ateş kullanabildiğine ve habilis‘e kıyasla taş kullanarak çok daha sofistike aletler yapabildiğine dair bulgularımız ve kanıtlarımız olması! Biraz görsel sunacak olursak:



Bir Homo Erectus Rekonstrüksiyonu


Türlerin kafatası karşılaştırması: 1. Goril 2. Australopithecus 3. Homo erectus 4. Neandertal 5. Steinheim İskeleti (en erken H. sapiens örneklerinden biri) 6. İnsan

Homo neanderthalensis​

Homo neanderthalensis, yani meşhur Neandertal İnsanı. Bu tür, eski biyolojik tanımlar dahilinde, bizlerle bir zamanlar karışıp çiftleşebildikleri ve verimli döller verebildikleri için, "alt tür olmaları gerektiği" gibi bir yanılgıyla Homo sapiens neanderthalensis olarak isimlendirilmişlerdir. Ne var ki güncel evrimsel çalışmalar sayesinde çiftleşebilen türlerin aynı türe ait olmak zorunda olmadığını, türler arasında hibritleşmenin olabileceğini biliyoruz ve bu yüzden, bizden oldukça farklı olan bu türü ayrı bir tür olarak kategorize etmekte bir hata bulunmadığının farkındayız. Bu sebeple, Neandertal insanı Homo neanderthalensis tür adıyla bilinmektedir.

Günümüzde insanın yaşayan en yakın kuzeni bonobolar (Pan paniscus) ve şempanzelerdir (Pan troglodytes). Ancak elbette insanın en yakın kuzeni aslında bu iki tür de değildir. İnsanın en yakın kuzeni, Neandertaller ve Denisova insanlarıdır. Ne var ki bu iki tür de günümüzde yok olduğu için, en yakın yaşayan kuzenimiz olarak 6 milyon yıl önce atalarımızın birbirinden ayrıldığı şempanzeler sayılmaktadır. Fakat bu ince ayrıma dikkat çekmekte fayda var.

Tür, günümüzden 600.000 yıl öncesinden 30.000 yıl öncesine kadar yaşamıştır. Dolayısıyla soyu en son tükenen insan türlerinden biridir. Ne yazık ki yok oluş tarihleri ve sebepleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak tüm bulgular, yok oluş tarihlerinin 40.000-30.000 yıl öncesine denk geldiğine işaret etmektedir. Bazı bulgular, türün 10.000 yıl öncesine kadar bile yaşadığını göstermektedir; ancak bu konu halen tartışılmaktadır.

Neandertaller'in ortalama beyin hacmi modern insanlardan birazcık daha büyüktür ve ortalama 1450 cc kadardır. İlginç bir şekilde, Rusya ve Suriye'de keşfedilen Neandertal çocuk fosilleri üzerinde yapılan analizler, Neandertaller'in doğum sırasında beyin hacminin insanların doğumundakiyle aynı olduğunu; ancak yetişkinliğe geçilirken Neandertaller'in beyninde ciddi bir büyüme olduğunu ortaya çıkarmıştır. Neandertaller, bu tarihe kadar gördüğümüz en karmaşık aletleri üretmeyi başarmışlar ve Mousterian taşı türü aletlerin örneklerini sunmuşlardır. Üstelik Neandertaller o kadar geniş bir alana hükmetmişlerdir ki, farklı taş kültürlerinin örneklerini verebilmişlerdir. Bu kültürler arasında Chatelperronian, Aurignacian ve Gravettian türü taş yapıtlar bulunmaktadır. Kültürlerinin gelişimine paralel olarak ürettikleri aletler de nesiller içerisinde çeşitlenmiştir.

Kafatasları, modern insanlarınkine göre uzun ve alçaktır ve kafatasının arkasında bir çıkıntı bulunmaktadır. Vücutları ise insanlardan çok daha sağlam ve güçlüdür. Özellikle kolları ve ellerinin insanlara kıyasla çok daha büyük ve güçlü olduğu görülmektedir. Erkekleri 164-168 santimetre boyunda ve ortalama 77 kilogram ağırlığında, dişileri ise 152-156 santimetre boyunda ve ortalama 67 kilogram ağırlığındadır. 2007 yılında yapılan genetik bir araştırmada, Neandertaller içerisinde kızıl saçlı ve açık ten renkli bolca birey olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Türün, H. erectus gibi çıkıntılı bir çenesi ve içe çökük bir alnı vardı. Yüzünün orta kısmı, H. erectus ya da H. sapeins'de bulunmayan bir şekilde çıkıntılıydı ve bu da soğuk ortama adapte olabildiğinin göstergesidir. Modern insanlara göre bazı diğer anatomik farklılıkları da bulunmaktadır. Bunların en ilginçleri omuzlarındaki çıkıntılar ve pelvis üzerindeki cinsel organa yakın kemiklerdir. Neandertaller çoğunlukla soğuk bölgelerde yaşadılar ve tıpkı, soğuk bölgelerde yaşayan modern insanlar gibi, küçük bedenlere ve sert, kısa bacaklara sahiptirler. Kemikleri kalın ve ağırdır ve güçlü kaslara sahip oldukları belli olmaktadır. Eğer Neandertaller günümüzde yaşasalardı, inanılmaz kuvvetli ve dayanıklı olurlardı çünkü kemik analizleri ne kadar zor ve acımasız şartlarda yaşadıklarını göstermektedir.

Neandertaller’in bulunduğu bölgelerde çok fazla sayıda el aleti ve el yapımı silah bulunmuştur! Neandertaller avcılar olarak yaşamışlardı, ölülerini gömerlerdi. Daha çok Avrupa ve Orta Doğu’da bulundular. O kadar çok sayıda kalıntı bulundu ki, onları çeşitli bölgelere göre ayırmamız mümkündür. Örneğin Batı Avrupa’da yaşayanlar çok daha kuvvetli ve sağlam kemiklere sahiplerdi ve “Klasik Neandertaller” olarak isimlendirildiler.

Türün yaşam biçimiyle ilgili de birçok bilgiye sahibiz. Örneğin türün çok iyi bir avcı olduğunu ve yemeklerini pişirerek yediğini biliyoruz. Yaptıkları aletler içerisinde mamut dişlerinin, pençelerinin, bacak kemiklerinin kullanıldığı bilinmektedir. Diyetleri ise diğer insan türlerinin aksine, neredeyse tamamen et üzerine kuruludur ve nadir olarak otlarla beslenmektedirler. Türün neden yok olduğu kesin olarak bilinmese de, bizlerle olan etkileşimlerinin buna sebep olmuş olabileceği düşünülmektedir. Bu yok oluş, illa bizim onları katletmemiz sonucu değil, belki de onlara taşıdığımız bir hastalık sebebiyle olmuş olabilir. Ne olursa olsun, H. sapiens ile Neandertaller'in çok yakın temas içerisinde bulundukları ve hatta çiftleşerek üredikleri bilinmektedir. Bir teoriye göre, günümüzde var olan tüm insanların, bu çiftleşmenin bir ürünü olduğu yönündedir. Bu kesin olarak kabul edilmese de, Avrupa kökenli insanların genlerinin %1.5 civarının doğrudan Neandertaller'e ait genlerden oluşuyor olması, iki tür arasındaki çiftleşmeyi ve bu çiftleşmenin sonuçlarının günümüze kadar taşındığını net bir şekilde ispatlamaktadır.

350.000 yıl ve öncesine ait olan ilk H. neanderthalensis fosilleri, net bir şekilde ortak atamız olan H. heidelbergensis türüne ait özellikler taşımaktadır. Bu özellikler, günümüzden 135.000 yıl öncesine kadar taşınmakta ama giderek körelmekte ve türe ait özellikler ortaya çıkmaktadır. 135.000 yıl öncesinden itibaren, 35.000 yıl öncesine kadar olan fosillerde, tamamen Neandertaller'e has birçok özellik fosillerde görülmektedir. 35.000 yıl öncesinden itibaren olan fosillerde ise, H. sapiens türüne ait özelliklerin popülasyona girdiği ve türün saflığını bozduğunu görürüz. Dolayısıyla tür, nesiller içerisinde evrimleşmiş ve sonrasında, hızlı bir şekilde yok olmuştur.

Bazı fosil ve görsellerle türü kafanızda canlandırmanıza yardım edelim:


Neandertal Kafatası ve Rekonstrüksiyonu

Homo sapiens​

İşte bu uzun yolculuktan sonra, nihayet bildiğimiz anlamıyla ilk modern insanlara, Homo sapiens'e ulaşırız. İlk insanlar, Cro-Magnon adıyla bilinmektedir. Bilimsel literatürde Avrupalı Erken Modern İnsanlar (AEMİ) olarak bilinirler. Esasında Cro-Magnon bir tür adı değildir; sadece insanların evrimsel sürecindeki bir zaman dilimine işaret etmektedir. İlk Cro-Magnon örnekleri günümüzden 43.000 yıl öncesine aittir. Halbuki Homo sapiens türü günümüzden 384.000 ila 200.000 yıl önce evrimleşmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Ancak Cro-Magnon, tıpkı Neandertaller'in yükselişini temsil eden 350.000 yıl önceki popülasyonları gibi, Homo sapiens'in yükselişini simgeleyen popülasyonlar olması açısından öneme sahiptir. Üstelik az önce değindiğimiz gibi Cro-Magnon, aslında ilk olarak Afrika'da evrimleşen Homo sapiens popülasyonlarına değil, bunların sonradan Avrupa'ya göç eden örneklerine verilen isimdir. Ancak bu grubun, daha sonradan Dünya'ya hakim olacak Homo sapiens türünden belli başlı farklılıkları da vardır. Bu grubun evrimine kısaca bakacak olursak:

Cro-Magnon insanları, düz uzuvlara ve Neandetaller'e göre uzun bir boya sahiptir. 166-171 santimetre uzunluğunda oldukları düşünülmektedir ve bazı erkekler 195 santimetreye kadar ulaşabilmektedir. Sosyal yaşam oldukça karmaşık ve hiyerarşiktir; gruplar içerisinde avcılar ve toplayıcılar birbirinden ayrıdır. Bu iş bölümü, türün içerisinde de fiziksel farklılaşmalara neden olmuştur. Cro-Magnon insanlarının genel olarak uzun ve göreceli olarak alçak bir kafatası yapısı, geniş yüzleri, çıkıntılı burunları bulunmaktadır. Göz yuvaları, günümüzdeki yapının aksine yuvarlak yerine dikdörtgenimsidir. Cro-Magnon insanları, muhtemelen günümüzdeki insanlar gibi konuşabilmektedirler.

İri beyinleri sayesinde oldukça gelişmiş bir sosyal yaşantı ve kültürel algı düzeyine sahiptirler. İlk sanat eserlerini ve duvar çizimlerini vermişlerdir. Kemik, denizkabuğu ve dişler kullanarak çeşitli aletler üretmişlerdir. Neandertaller gibi çoğunlukla avcılık yaparak yaşamışlardır ve mamutlar, ayılar, atlar ve benzeri hayvanları öldürerek beslenmişlerdir. Ancak Neandertaller'e göre diyetlerinde daha fazla bitkisel ürünler bulunmaktadır.

Cro-Magnon insanları, günümüzdeki baskın insan gruplarının doğumuna neden olamasalar da, Homo sapiens'in yükselişini simgeledikleri için önemli bir yerleri bulunmaktadır. Daha sonradan gelen H. sapiens akımları içerisinde eriyerek özelliklerini yitirmişlerdir; ancak gen havuzları, günümüzdeki birçok genetik özelliğin oluşmasını sağlamıştır. Cro-Magnon insanlarına ait bazı görseller ise şöyle:



Eğer çok daha uzun halini okumak isterseniz kaynağı aşağıya bırakacağım.

Yani insan bir hayvan mıdır?
Gördüğünüz üzere evet. Hem atalarımız birer hayvandı, hem hayvan olmak için gerekli olan bütün özelliklere sahibiz. Bu özellikler;
  1. Çok hücrelidirler.
  2. Ökaryotiktirler. Yani net bir şekilde tanımlanmış bir hücre çekirdeğine ve zarlı organellere sahiptirler.
  3. Heterotrof canlılardır. Yani kendi enerjilerini üretemezler; bunun yerine enerjilerini diğer canlıları tüketerek alırlar.
  4. Neredeyse istisnasız olarak eşeyli ürerler.
  5. Gelişim sırasında blastula evresinden geçerler. Yani sperm ve yumurtanın birleşmesinden sonraki ilk birkaç bölünmeden sonra, hücre kümesi içi boş bir küre oluşturur.
  6. Hücre duvarı bulunmayan hücrelere sahiptirler.
  7. Yaşamlarının en azından bir bölümünde aktif olarak yer değiştirme kabiliyetine sahiptirler.
  8. Vücutlarında bulunan sinirler sayesinde dış uyaranlara hızlı tepkiler verebilirler.
İyi güzel de, evrime dair kanıt var mı?

Milyonlarca var. Ben en bariz bir kaç tanesini ele alacağım. Öncelikle, "kromozom kaynaşması."

En yakın kuzenlerimizin 48, bizim 46 kromozomumuzun olması, evrimsel süreçte bir yerlerde atalarımızdaki 48 kromozom içerisindeki 2 tanesinin birbirine kaynamak zorunda olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde bu kromozom sayısı farkı izah edilemez. Yani ya evrimin öngördüğü akrabalık ilişkisi dahilinde hücrelerimizin içerisinde birbirine kaynamış gibi gözüken kromozomlar bulmamız gerekir, ya da insanın diğer maymunlarla en yakın akraba olduğu iddiasında bir hata var demektir. Bilim insanları, bunu "evrimin geçmek zorunda olduğu en büyük sınav" olarak tanımlamıştır. Şempanzelerde, gorillerde ve orangutanlarda 2A ve 2B olarak isimlendirilen iki ayrı kromozom, insanda birbirine kaynamıştır ve tek bir kromozomdur. Bizdeki bu kromozom, "2. Kromozom" olarak bilinir. Bu öyle hikayeden bir bulgu ya da evrimi doğru gibi göstermek için uydurulan bir iddia değildir!




Her kromozomun en uç kısmında telomerler, orta kısmında ise sentromer adı verilen özel gen grupları bulunur. Görselde verdiğimiz 2A ve 2B kromozomlarında bunu görürüz. Uçtaki kırmızılar, telomerlerdir. Ortadaki maviler ise sentromerler. Hiçbir kromozomda bu dizgi bozulmaz. Örneğin insanın diğer tüm kromozomları bu şekildedir.

"Tesadüfe bakın" ki 2. kromozomumuz hariç! 2. kromozomumuz, görselde sağ tarafta verdiğimiz gibi "anormal" (ancak evrim tarafından öngörülen) şekildedir: Atalarımızdaki iki kromozomun evrimsel süreçte kaynaşmasıyla oluşan bu kromozomun uçlarında telomerler vardır, her iki uç ile orta kısım arasında, hiç olmaması gereken yerde bir çift sentromer (maviler) vardır. Dahası, orta kısımda hiç olmaması gereken bir yerde, kaynaşmadan ötürü yaklaşık 2 kat uzun bir telomer bölgesi vardır!

Hem de şempanze, goril ve orangutanlardaki 2A ve 2B kromozomları daha yakından incelendiğinde, gerçekten de bunların üzerinde bulunan genlerin görevlerinin, bizim 2. kromozomumuzdakiyle tıpatıp aynı olduğu görülmüştür; yani bizdeki 2. kromozomun, başka bir kaynaşma ya da hatanın ürünü olması mümkün değildir! Hem de bu kromozomdaki hatalı sentromerler ve ortadaki telomerler, yine evrimin öngördüğü gibi, işlevsiz hale geldikleri için körelmişlerdir ve artık iş göremezler! Yani tek bir kromozom, evrimin neredeyse tüm öngörülerini doğrulamaktadır!





Diğer kanıtlar
Yapısal Benzerlik:
İki şeyin birbirine benzerliği birçok farklı seviyede olabilir. Örneğin sarı elma ile armutu kabaca birbirine benzetebilirsiniz; bu çok da şaşırtıcı olmaz. Benzer şekilde, detaylı incelemediğiniz varlıkları bir arada kategorize edivermek anlaşılırdır: "uçan şeyler kuştur" gibi. Ancak bilimsel bir perspektifte bakmaya başladığınız zaman, işler değişir.

Eğer ki birbirinden tamamen bağımsız gruplar olan balıklarda (bazı gruplarında), amfibilerde, sürüngenlerde, kuşlarda ve memelilerde bulunan uzuvlarda aynı kemik düzeninin ("1 kemik, 2 kemik, çok sayıda kemik ve parmaklar" şeklinde giden düzen) görüyorsanız, durup düşünmeniz gerekir.


Körelmiş Karakterler:
Evrim geleceği göremez. Bir organın ne zaman işlevsiz olacağını, ne zaman işlev kazanacağını bilemez. Hatta evrim, herhangi bir şeyi bilemez. Evrim bir doğa yasasıdır. Kütleçekimi ne kadar şey "biliyor" ise, evrim de o kadar bilir. Evrim yasasının tek yaptığı, ortama en uyumlu olanların seçilip, geri kalanların elenmesidir. Ortam değiştikçe, "uyumluluk" tanımı da değişir. Bu durum, çok net evrimsel olguları gözlememizi sağlar: Eskiden işlevsel olan organlar, sonradan işlevsiz hale gelirler. Çünkü artık doğa değişmiştir.

Artık işlevsiz olan bir organı sürekli olarak üretmek, büyütmek, beslemek, bakımını sağlamak büyük bir masraftır. Bunu daha az üretenler, daha avantajlı olurlar. Çünkü o organı üretmek, büyütmek ve benzeri işlere harcayacakları enerjiyi, hayatta kalmaya harcayabilirler. Böylece bu işlevsiz yapıları daha ufak, daha eksik üretebilen ya da hiç üretmeyen bireyler, avantajlı konuma geçerler. Bu da, evrim sürecinin çok uzun bir süreç olmasından ötürü, tam olarak yok olmamış ancak yok olmakta olan organların vücutlarımızda barınmasına neden olur. Evrim gerçek olmasaydı ve türler sabit olsalardı, bunu görmeyi beklemezdik.

Balina ve yunuslarda söz konusu kemiklerin gerçekten de arka bacak kemikleri olduğu bilgisayar analizleriyle de doğrulanmıştır.

Kaynaklar:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Australopitekuslar

Hortumlar nasıl oluşur? Hortumların oluşumunda hangi fizik yasaları etkilidir?